Ağalar QUT
Bu hekayəni 1997-ci ildə Türkiyədə yazmışam. Hacettepe universitetində magistratura tələbəsi idim. “Kant fəlsəfəsi” dərsini bizə Türkiyədə ən görkəmli Kant araşdırıcısı, dünya fəlsəfəsində isə Kant fəlsəfəsinin davamçılarından biri sayılan, “Dünya Fəlsəfə Assosiasiyaları İttifaqı”nın (FISP) o zamankı prezidenti İoanna Kuçuradi deyirdi. Semestrin sonunda Kuçuradi bizim hər birimizə final imtahanı əvəzinə qəribə bir ev tapşırığı verdi: “Kantın əxlaq fəlsəfəsini yeniyetməyə izah etməlisiniz”. Bu isə o demək idi ki, izahda Kantın terminlərindən istifadə etmək mümkün olmayacaq, çünki faydası yoxdur! Mən sokratik üslübda, yəni dialoji bir hekayə yazdım. Kuçuradi yazdığımı çox yüksək qiymətləndirdi və bu hekayəni fəlsəfə jurnallarının birində çap etməsi üçün razılığımı istədi. “Aşma” kitabının II nəşri çapa hazırlanarkən hekayəni tərcümə etməyə vaxt olmadı. Bəlkə də belə daha yaxşı oldu. Buyurun, uşaq dili ilə Kant etikası.
Hans ve Kant
(öykü)
“Büyükler hiçbir şeyi tekbaşlarına anlayamıyorlar, onlara durmadan açıklamalar yapmak ta çoçuklar için sıkıcı oluyor doğrusu”.
(S.-Exupery, “Küçük Prens”)
Hans: Merhaba Kant!
Kant: Merhaba Hans! Hoş geldin!
Hans: Hoş bulduk!
Kant: Oturmaz mısın? Bir az konuşuruz?
Hans: Memnuniyetle. Ama çok fazla kalamam, gitmem gerek.
Kant: Neden?
Hans: Yakın arkadışımın yardıma ihtiyacı var. Ona yardım etmeliyim.
Kant: Nasıl bir ihtiyac, nasıl bir yardım?
Hans: Arkadaşımın babası hastanede yatıyormuş. O da babasının yanında kalmak zorundaymış. İki gün sonra çok önemli sınavı da varmış. Sınava çalışması gerekirmiş. O çalışmaya zaman ayırabilsin diye hastanede ben kalayım istiyorum. Şimdi de hastaneye gidiyorum.
Kant: Söyler misin Hans ona neden yardım etmek istiyorsun?
Hans: Bilmiyorum.
Kant: Nasıl bilmezsin? Bir az düşün.
Hans: Şey… arkadaşım olduğundan dolayı herhalde.
Kant: Ne demek bu? Bir az açar mısın?
Hans: Arkadaşların hep birbirine yardım etmesi gerekir de ondan. Bu bir kural, bunu sen de biliyorsun.
Kant: Peki Hans arkadaşın senin onaylamayacağın bir şey, sözgelişi hırsızlık gibi kötü bir şey yaparken de zor anlar yaşayabilir. Tek başına çalamayacağını veya yakalanmak üzere olduğunu görüp de senden yardım isteyebilir. Bu durumda ne yaparsın? Gene de “zor durumda o ne yapmış olursa olsun arkadaşa yardım etmek gerekir” kuralına uyar mısın? Kural uymanı istiyor çünki.
Hans: Hayır, bu durumda kurala uymam herhalde.
Kant: Yardım etmezsin yani.
Hans: Hayır, etmem.
Kant: Hani arkadaşındı? Kural vardı? Demek ki bu kural her zaman işimize yaramıyor, değil mi Hansçığım?
Hans: Galiba öyle oluyor.
Kant: Peki, Hans sorumu tekrar sorsam, arkadaşına yardım etme isteğinin nedeni ne öyleyse dersem?
Hans: Ama babam bana hep çalışkan ol, yardımsever ol, yalan söyleme, iyi insan ol diyor, bunlar iyi şeylerdir diyor.
Kant: Benim babam da bana öğütler verirdi ben çoçukken. Ama onun bana verdiği öğütler senin babanın verdiği öğütlerin aynısı değil. Sözgelişi o bana hiç “yardımseverlik iyi bir şeydir” demezdi. Anlaşılan, her babanın çoçuğuna “iyidir” diye öğütlediği şeyler birbirinden farklıdır. Bu durumda hangi babaya inanacağız? Hans’ın babasına mı, Kant’ın babasına mı? Üstelik babalar da bizim gibi insan. Onlar da yanılabilirler. Cezaevlerinde binlerce suç işlemiş, yanılmış babalar var. Haksız mıyım Hans?
Hans: Haklısın, doğru söylüyorsun.
Kant: Ayrıca, babanın sana sıraladığı iyi şeyler kimi durumlarda birbirleriyle çatışabilirler de.
Hans: Nasıl?
Kant: Şöyle: deminki hırsızlık yapan arkadaşına sen yardım etmedin diyelim, o da tutuklandı. Sonra da senden mahkemede onun için yalan yere tanıklık yapmanı istedi, ona yardımda bulunmanı istedi. Ne yaparsın? Babanın sana söylediklerine bakılırsa, yardım etmek te iyi bir şeydir, yalan söylemekten kaçınmak ta.
Hans: Ama Kant… kafam karıştı.
Kant: Demek ki Kant babalarımızın bize “iyidir” diye öğüt verip öğrettikleri şeyler her zaman işimize yaramıyorlar.
Hans: Evet öyle görünüyor.
Kant: Seni sıkmıyorsam, hâlâ ilk sorumu sorabilir miyim?
Hans: Hayır sıkılmıyorum. Soru’na yanıt olarak şöyle diyebilirim; şey, bir gün benim de yardıma ihtiyacım olabilir. O zaman da arkadaşım bana yardım eder. Ben gerektiğinde kimseye yardım etmezsem, gerektiğinde kimse de bana yardım etmez.
Kant: Aha, Hans demek ki arkadaşına borç iyilik yapıyorsun. Nasıl olsa bir gün geri isteyeceksin. Ama ayıp değil mi? Kendini ona onun için bir şey yapıyormuşsun gibi gösteriyorsun, o da sana bu arada teşekkür ediyor, ama sen aslında kendin için, kendi geleceğin için bir şey yapmışsın oysa ki. Bu, arkadaşını kandırmak veya onu kullanmak değil mi? Bence yaptığın hiç de doğru bir şey değil.
Hans: Ama Kant senin yaptığın da doğru bir şey değil. Yardıma ihtiyacı olan arkadaşıma yardım etmemi engellemeye çalışıyorsun. Ben de bunu senden hiç beklemezdim.
Kant: Sinirlenme Hansçığım. Galiba beni yanlış anlıyorsun. Ben seni arkadaşına yardım etmekten alıkoymak istemiyorum. Bence de ona yardım etmelisin. Hatta ona elimden geldiği kadar ben de yardım etmeye hazırım.
Hans: Seni anlayamıyorum Kant.
Kant: Amacım benim Hans, seni, istediğin şeyi sana isteten şey hususunda bir az düşündürmekti. İstersen konuyu değiştirebiliriz.
Hans: Hayır, hayır, devam edelim. Ne demek “istediğim şey bana isteten şey”? Bunu bir az açar mısın?
Kant: Seve seve! Belli bir eylemde bulunmadan önce (söz gelişi yardım etmek bir eylemde bulunmaktır) o eylemde bulunmağı isteriz. Yani isteme eylemeden önce gelir. Değil mi?
Hans: Evet.
Kant: Yani, önce isteriz, sonra eyleriz. Eylemeyi istediğimiz şeyi bize isteten şey, istememizi belirleyen şeydir. Bir tür kural yani. Ben “arkadaşına neden yardım etmek istiyorsun?” sorarken, sana isteğini belirleyen şeyi soruyordum; sen de soruyu “arkadaş olanların hep birbirine yardım etmesi gerekir”; bir sonraki yanıtın: babanın sana söylediği “yardımsever olmak gerekir”; ve sonuncusu: “bir gün zor durumda ben kendim yardımsız kalmayayım diye” yanıtlarıyla yanıtlarken, isteğini, yani yardım etme isteğini belirleyen şeyi, kuralı veya ilkeyi dile getiriyordun. Oldu mu şimdi Hans?
Hans: Hem de nasıl! Ama bilmece gibi oldu işte. Bir yandan yardım etmemi istiyorsun, bir yandan da söylediğim nedenleri beğenmiyorsun, onları çürütüyorsun.
Kant: Çok güzel anladın Hans. Arkadaşına bence de yardım etmelisin, ama söylediğin nedenlerden dolayı değil.
Hans: Peki hangi nedenden dolayı yardım etmem gerekiyormuş?
Kant: Bilmek ister miydin?
Hans: Elbette.
Kant: İlkin, Hans senin yardım etme istemen gibi bir istemeni hazır kuralların, sözgelişi, anan baban gibi başkalarının ya da bedensel itilimlerin, duyguların (acıma gibi örneğin) belirlemesine izin vermeyeceksin, onları geri çevirerek, reddedeceksin. Bu ilk koşuldur, bunsuz olmaz.
Hans: Neyin koşulu?
Kant: Ahlaklı ve özgür istemenin ya da ahlaklı ve özgür olmanın koşulu.
Hans: Anlamakta zorlanıyorum. Bir az açık söyleyebilir misin?
Kant: Bunu bir az sonra açayım istersen. Endişelenme anlayacaksın. Bak…
Hans: O zaman hangi nedenden dolayı yardım etmek gerektiğini çabuk söyle. Bu bilmeceyi çözmek için sabırsızlanıyorum.
Kant: Söyleyeyim: Aklın yasasından dolayı!
Hans: Hoppala bu nereden çıktı? Aklın da mı yasası var?
Kant: Var! Akıl, Hansçığım görmemizi sağlayan gözlerimiz, duymamızı sağlayan kulaklarımız gibi, bilmemizi sağlayan bir şey. Nasıl ki insan olmaksızın ortalıkta göze, kulağa rastlamadığın gibi akla da rastlayamazsın. Yeryüzünde ancak insanda ve yalnız onda rastlayabilirsin. Dünyada insan ve yalnız o akıl sahibidir. Nasıl ki görmemizi sağlayan gözlerimiz yoğurdu hepimize bir renkte – beyaz renkte, kömürü de hepimize bir renkte – siyah renkte gösteriyorsa, aynen böyle, aklımız da hepimize nasıl istememiz ve eylememiz konusunda yalnız ve yalnız bir yol gösteriyor ve de bunu bize söylüyor. Yani hepimizde ortak olan akıl ayrımcılık yapmıyor: Benim aklım bana bir şey, senin aklın sana başka bir şey söylemiyor, buyurmuyor. Ama doğru ve iyi davranışlar konusunda, hatırlarsın daha önce konuştuk, benim babamın bana söyledikleriyle senin babanın sana söyledikleri başka başkaydı.
Hans: Evet, daha demin konuştuk.
Kant: İşte aklın bize söylediği babalarımızın bize söylediklerine hiç benzemiyor. O, her sahibine değişmeyen bir ve aynı şeyi söylüyor. Aklın bu söylediği, buyurduğu, gösterdiği – ne dersen de – tek bir şey olduğu için, kişiden kişiye değişmediği için ona yasa denir. Fizik derslerinden biliyor olmalısın, doğada da, sözgelişi, yer çekim yasası gibi yasalar var. Yasa demek, her yerde aynı ve istisnasız olarak geçerli olmak demektir. İşte yasa böyle bir şey. Aklın da böyle bir şeyi var, yasası var. Ve o hiç durmadan, için için aynı şeyi, yani yasayı emreder bize, nasıl ki babalarımız onların sözlerine davranmamızı isterler, buna benzer, akıl da kendi yasasına uymamızı buyurur bize.
Hans: Çok saygıdeğer Kant, çok merak ettim doğrusu, akıl ne diyor bize, ne buyurur?
Kant: Şöyle diyor akıl: “Eylerken, aklın, yasa olarak kabul edebileceği kurala göre iste”. Bir az açayım istersen?
Hans: İyi olur.
Kant: Sohbetimizden örnek vereyim. Demin ben sana arkadaşına her durumda, sözgelişi, hırsızlık gibi kötü bir şey yaparken de “Her ne olursa olsun arkadaşa yardım etmek gerekir” kuralına uyarak yardım edip etmeyeceğini sordum ve sen bu durumda ona yardım etmeyeceğini, yani kurala uymayacağını söyledin. Böylece sen aklın yasasına uygun yanıt verdin. Akıl, bize “yasa olabilecek kurala göre eyle veya yasa olamayacak kurala uyma” demektedir. Açık mı şimdi?
Hans: Açık.
Kant: Bu yasa hakkında bir iki açıklama daha yapayım. Akıl bu yasayı Hans öğrenmez, sonradan edinmez. Nasıl ki gözlerimize yoğurdu beyaz, kömürü siyah görmeyi öğretmediysek, ve senin gözlerin de, benim gözlerim de (aynı) kendiliklerinden yoğurdu beyaz, kömürü siyah görürlerse, akıl da tıpkı böyle işler, böyle çalışır. Örneğin, sen, her durumda, arkadaşına sırf arkadaşın olduğundan dolayı yardım etmeyeceğini söylerken bu, aklın kendiliğinden bir işleyişiydi. Yanıtın doğruydu, çünki yasaya uygundu.
Hans: Bu çok güzel, çok hoşuma gitti.
Kant: Bir de Hans unutmamalısın ki aklın yasası da bir yasa olmakla birlikte (neden ona yasa dendiğini açıkladım), doğa yasalarından farklıdır. Doğa yasaları zorunludur. Örneğin, boşluğa atılan taş yere düşmek zorundadır, onun yer çekim yasasına uymama olanağı yoktur, yasa onu tümüyle yönlendirir. Doğa yasalarının zorunluluğu bu demek. Ama doğa yasalarının zorunlu olmasına karşılık, aklın yasası ise gereklidir. Yani bu yasa ona uymamızı gerektirir, ister, ama ona uymaya da biliriz ki genelde insanların çoğu, ne yazık ki, bu yasaya uymazlar. Yalnız, aklın bu yasası babalarımızın bize verdikleri öğütlere şu açıdan hiç benzemez ki biz babamızın söylediğine uymayıp ona uyduk diyebilir, babamızı kandırabiliriz, ama aklı asla kandıramayız. Akıl, babamızın tersine, bizim içimizde olduğundan, istemelerimizi sürekli yoklayan, gözünden kendi yasasına aykırı hiç bir şeyi asla kaçırmayan içimizdeki yargıç gibi olduğundan onu kandırmak ise tümüyle olanaksızdır! O her şeyi görür ve yüzümüze vurur. Yasalarına uymadığımız ya da aykırı davrandığımız zaman devletin bizi cezalandırması gibi, akıl yasasına uymadığımız veya ona aykırı davrandığımız zaman içimizdeki yargıç ta bizi için için cezalandırır, kendimizi bize aşağılık bir insan olarak gösterir; oysa başka kimsenin bundan haberi olmaz.
Hans: Ben bu yasaya hep uyacağım!
Kant: Aferin Hans! Akıl yasasına uymak ahlaklı ve özgür olmaktır. Bu nedenle de akıl yasasına ahlak yasası denir. Doğru adlandırma budur: Ahlak yasası. Özgür ve ahlaklı olmanın tek yolu ve koşulu ahlak yasasına göre istemektir. Eylerken, ahlak yasasına göre değil de başka bir şeye göre istediğinde, yani eyleme isteğini sana isteten şey ahlak yasası dışında herhangi bir şey olduğunda ne özgürsün ne de ahlaklı. Bunun için de yapman gereken ilk şey, yerine getirmen gereken ilk koşul, istemeni belirlemeye çalışan, ahlak yasası dışında her türlü belirleyiciyi geri çevirmek, reddetmektir. Şimdi bu koşulun neden ahlaklı ve özgür olmanın ilk koşulu olduğunu anladın mı?
Hans: Anladım!
Kant: Güzel! İşini rahatlatmak için ahlak yasasını şöyle de dile getirebilirim: “Karşındaki insanı hep amaç olarak gör”. Yani onu hiç bir zaman araç olarak görme, kullanmak isteme. Hani demiştin ya, “bir gün o da bana yardım etsin diye ona yardım ediyorum…”
Hans: Evet.
Kant: … işte böyle düşünerek arkadaşına yardım etmeyi istemek onu bir tür araç olarak görmek demektir; bu, kendi geleceğini koruma altına alma amacını gütmek, arkadaşını da bu amaç için araç olarak kullanmak demektir.
Hans: Ama ben niye başkası için araç olayım o zaman?
Kant: Hayır, hayır! Sen de kimse için kendini araç yerine koymuyorsun, koymamalısın. Ahlak yasası böyle buyurur. Nasıl başkasına hep amaç olarak bakman gerekirse, kendine de hep öyle bakmalısın.
Hans: Bak şimdi oldu! Yalnız, geç kaldım galiba.
Kant: Ah, çok uzattık gibi. Çabuk ol çabuk. Sakın geç kalma! Bu işler böyle Hans. İşin doğrusunu öğrenmeye çalışırken asıl kanlı canlı yaşama bazen geç kaldığımız da olur. Sen gökte yıldız ararken kuyuya düşen adamın öyküsünü biliyor musun?
Hans: Hayır.
Kant: Gelecek sefer anlatırım. Ama bana uğramadan arkadaşına yardım etseydin, gerçi ettiğin yardım ahlak yasasına uygun olacaktı, yasal olacaktı, ama yasa uğruna, sırf yasadan dolayı yapılmadığı için ahlaklı olmayacaktı. Bu da çok önemli ayrımdır. Şimdiyse arkadaşına yardım etmeye hiçbir şeyden dolayı değil, sırf ahlak yasasından dolayı acele ediyorsun. Haydi koş!
Hans: Teşekkür ederim saygıdeğer Kant! Hoşça kal!
Kant: Güle güle Hans!
Yıl 1997, Ankara
§§§